Navigation Menu

Almanya / Heidelberg


Kıpır kıpır bir şehirdeyiz, kırmızı evleri, şehri ikiye bölen Neckar nehri, öğrencilerin bitmez enerjisi, harika manzaraları ile yüzünü keyfe dönmüş bir yer burası.

Soğuk Alman şehirlerinin yanında gönlümü görür görmez fethetti Heidelberg

Otelde dinlenip, Armi bey ve sevgilimle beraber sokaklara atıyoruz kendimizi.


Kapısının önünden tramvaya binip 2 durak gidince hoop merkezdeyiz, bu tramvay işi de ilginç geliyor bana, pek de bizim millete göre değil.




Duraktaki makinalardan gideceğiniz yeri seçip biletinizi alıyorsunuz, kimse kontrol etmiyor, elinizi kolunuzu sallayarak biniyorsunuz, kapının yanında turuncu makinaya sokup biletinizi onaylatıyorsunuz, yada hiç bilet almıyorsunuz, hiç onaylatmıyorsunuz, bu da bir seçenek :)


Ne bakan var, ne turnike var, kendi vicdanınıza kalmış, genelde burada yaşayanlar aylık abonman aldıkları için siz basmasanız da kimse 'aaa ne ayıp' demiyor. 




Ha arada kontrol eden kişiler oluyormuş, eğer biletin yoksa ceza kesiyorlarmış, ama ben 10 günde hiç görmedim, işte bizim millete göre değil dediğim kısmı bu, buradaki yaşam refahı ile bizim ülkemizin şartları bir değil, asgari ücret alarak, kira ödeyip 5 çocuk bakan birinden, buradaki vatandaşın verdiği tepkileri beklemek pek mümkün değil.


Biz mi ? 


Arada şeytan dürtse de her defasında biletimizi aldık efendim. Siz yukarıda yazdıklarıma bakmayın, biletinizi alın vicdanınız rahat olsun, o şeytan arkadaş sizi yarı yolda bırakır maazallah bir gün.


Bu arada kontroller genelde ay başında yapılıyormuş belki de o yüzden bize denk gelmedi.


Merkeze geldiğimizi Almanya'nın Avm zinciri Galeria Kaufhof u görünce anlıyoruz. Burası Bismarck meydanı.





Tramvaydan inince köpek isimli, ayı görünümlü bu canlıyı farkediyorum, yumuş yumuş sarılıp yuvarlanmak geliyor içimden.





Meşhur alışveriş caddesi; Hauptstrasse' yi (ana cadde demek) geziyoruz, bu caddenin paraleli ise Neckar nehri. Bu cadde Altstadt'ı (eski şehir) ikiye bölüyor, kırmızılı taşlarla döşeli evleri ve yolları, bol yeşilliği, muhteşem binaları ile kesinlikle gezilmesi gerekiyor bence. 




Almanya'nın en uzun trafiğe kapalı caddesi burası, yani siz düşünün ne kadar yürüyeceksiniz, bir baştan diğer başa uzunluğu tam 1,5 Km.




Pazar olduğu için çoğu yer kapalı ve sakin, burayı inanılmaz beğeniyorum keşke en az 2 gece kalmak için plan yapsaymışız diyoruz sonradan.




Almanya'nın geneli gibi her yer yemyeşil, bakımlı, tertemiz, kaldırımları alçak veeee en inanılmaz olanı da korna sesi yok...


Sokaklarında kayboluyoruz, dikkat ediyorum herkesin elinde aynı tip külahlarda dondurma var, durur muyum vardır bi hikmeti diyerek tutturuyorum sevgiliye, hadi bulalım da afiyetle yiyelim diye :)


İşte mekan burası;




Ondan da bundan da olsun diyerek, satıcının şaşkın bakışları altında kafam kadar bir külahla çıkıyorum dükkandan. 




Yoldan geçenler dönüp bir daha bakıyor, ne bileyim arkadaşın bu kadar bol kepçe olduğunu, Rusların doldurduğu açık büfe tabakları gibi oldu valla :)


Sevgilinin ufak boy aldığına bakmayın, o benimkini görüp öyle sipariş verdi, yanında açgözlü kaldım arkadaş.




1386 yılında kurulan Almanya'nın en eski üniversitesi; Ruprecht-Karls Heidelberg Üniversitesi bu şehirde bulunuyor, bu yüzden nüfusun çoğunluğu öğrenci, etrafınıza bakınca bunu anlamak pekala mümkün zaten.




Ortasından Neckar Nehri geçtiği için şehrin 2 yakası mevcut, bunu füniküler ile tepelere çıktıkça daha net görebileceğiz sanırım. Su olan her yer benim kalbimde ayrı yere sahip belki de o yüzden Heidelberg beni kendine bu kadar aşık ediyor.


Zaten ne naziler ne de Amerikalılar buraya zarar vermeye kıyabilmiş, Almanya'nın her yeri bombalanmış fakat  burayı çok sevdiklerinden sadece bu şehir hiç yara almamış, böyle deniyor ama
 bunda Amerikan üssünün buralarda olmasının da etkisi olabilir, bilinmez.


Alışveriş caddesinde ilerledikçe renkli cafeleri, sosyalleşen insanları, bakımlı binaları görmek günümüzü keyiflendiriyor. Bu arada Octoberfest yaklaştığından mağazaların çoğunun vitrinini Dirndl'lar süslüyor.










Gördüğüm an aşık olduğum bu ortaçağ geleneksel kıyafetleri, vücudu toparlayıp, ince belli ve dolgun göğüslü gösterdiği için, moda dergilerinde zamanımızın en seksi kıyafetleri arasında anılsa da bence çok şirin ve farklı, tam hayal ettiğim gibi.Keşke hala böyle giyinse kadınlar.

Dirndl 3 parçadan oluşuyor, kalın askılı elbise kısmı, içinde mümkünse frikik verebilecek seksilikte, göğüs altında biten kısa gömleği ve diz altlarına inen önlük kısmı. Mutlaka alacağım bir tane diyorum ama fiyatları kendi kadar tatlı değil ne yazık ki, en uygun hali ile 200 Euro falan. Daha uygununu ve daha çok beğendiğimi nasılsa bulurum deyip gözüm mağazada kalsa da ilerliyorum.


Bu kocaman topçuklardan her yerde göreceksiniz, adı; Schneeballen. Bademli, çikolatalı, fıstıklı ve daha birçok çeşidi mevcut bu kurabiyelerin.




Bana bir türlü kısmet olmadı, keşke ilk gördüğüm dükkana dalıp yeseymişim, gözüm kaldı.


Hotel Zum Ritter, oturup da resmi yapılacak bir bina, fotoğraftan ne kadar anlaşılıyor bilemiyorum ama büyüleyici gerçekten, yani bu otelin buzdolabı magnetleri bile var, bu kadar da meşhur. Gecelik fiyatının gayet pahalı olduğunu öğreniyoruz.




Otelin tam karşısında eski şehrin kalbinde, kocaman bir gotik kilise var, Heiliggeistkirsche yani kutsal ruh kilisesi. 




Hemen girişinde hediyelik eşya dükkanı var, yani almadan vermek Allah'a mahsus demek oluyor bu :)


Dışı heybetli olmasına rağmen içi beni büyülemiyor ki çoğu kilise bu işi abartıyor bildiğimiz gibi. 





Böyle bir pano var dileğinizi yazıyorsunuz, sonra da hooop oluveriyor, bizdeki adak ağacı görevini üstlenmiş.



Ana cadde üzerinde öğrenci hapishanesi var, eski yıllarda düzeni bozan öğrenciler buraya hapsediliyormuş, fakat yine de derslerini aksatmadan, yani hapishane ve okul arasında geçiyormuş zamanları, görmek isterseniz 7,5 Euro gibi bir ücret ödemek gerekiyor.

Resim internetten alıntıdır

Biraz daha ilerleyince Kornmarktplatz a geliyoruz, ortadaki heykelleri ve etrafındaki cafeleri ile çok da keyif alıyoruz açıkçası. 

Meydanda Herkül heykeli mevcut. Şehri savunan halkın kahramanlığını simgelemesi adına yapılmış olduğu söyleniyor. Heykelin orijinal; Kurpfaelzisches Museum'da sergileniyor.


Madonna heykeli (Meryem ve İsa) ve arkasındaki kale manzarası harika.

Yerdeki değişik şekil ilgimizi çekiyor okuyunca anlıyoruz ki, hatları gösterilen yer 1557 yılına kadar Kutsal Ruh Şapeli'ymiş. 


Buradan kale çok net görülebiliyor, birazdan oraya füniküler (Bergbahn ; dağ treni) ile çıkacağız, aslında yürüyüş yolu da mevcut fakat biz daha romantik olanını tercih ediyoruz.


Önüme gelen ilk levhayı çekiyorum sanıyorum ki burada yazanlar bilet fiyatları, gittiğin ülkenin dilini bilmemek ne kötü, meğerse girişteki restoranın fiyat levhasıymış, ayyy çok utandım arkadaş Bifteki'yi de mi görmedim acaba :)


Bergbahn; önce kaleye çıkıyor ardından  Molkenkur Oteline ve en sonda yeşillik ve manzaralı Königstuhl da son buluyor. Fakat bizim zamanımız az, o yüzden sadece kaleyi gezmeye karar veriyoruz. Merak edenler, Bergbahn'ın resmi internet sitesi için tık tık!




Merakla bekliyorum, bu arada sevgili ile plan yapıyoruz, geldiği gibi koşup en önü kap ki manzara izleyelim, resim çekiliriz. Tey tey teyyy yurdum açıkgözlü insanı.

Sevgilim görev adamı, herkesten önce koşup önü kapıyor da ne oluyor sanki, meğerse önü cam değilmiş, kapalıymış, ne manzarası. 





Eeee olmadı hadi bu defa da en alta gidelim orası camdı diyoruz. Armi paşa koynumuzda bir oraya bir buraya koşup duruyoruz o an, füniküler de ha kalktı ha kalkacak, herkes bindi diye hareket etse ve biz orada sap gibi kalsak ne hoş olurdu di mi ama.

Neyse efendim elbette herkes oturmuş biz ayaktayız, bari resim çekeriz derken hooop kaleye gelmişiz bile, e ben daha hiçbir şey anlamadım ki. Tavsiyem odur ki, camlı olan arka bölümü kaptınız kaptınız yoksa yok...

Heidelberg'e geldiyseniz mutlaka kaleye de çıkmanızı tavsiye ederim, çünkü şehrin en güzel halini buradan seyredebilir, müthiş resimler çekebilirsiniz. Kalenin çoğu yeri yıkılmış, bazı yerleri ise tadilatta.






Burası Heidelberg'in genelinde olduğu gibi kırmızı taşlardan yapılma, etrafı yemyeşil, e tabi biraz da rüzgarlı. Kale içerisinde 1957 yılından günümüze uzanan Deutsches Apotheke Museum yani Alman Eczane Müzesi yer alıyor. Bizim gittiğimiz saatte kapanmıştı şansımıza küstük.


Kalenin en meşhur özelliği eski mahzenlerinde, devasa ölçülerde Şarap Fıçısının yer alması, devasa diyorum çünkü yaklaşık 220 bin litre şarap alabiliyormuş.


Fıçı resimleri internetten
 

O yıllarda Bir Almanın günde kaç litre şarap içebildiği benim için merak konusu.





Karl-Theodor Köprüsü (Alte Brücke) buradan inanılmaz güzel gözüküyor, kale gezimiz bitince yanında alacağız soluğu. Bu köprü eski zamanlarda ahşapmış, savaştan ve kötü havalardan zarar görünce yerine taş köprü yapılmış. Fakat sonradan yani 2.dünya savaşı sonlarında Alman askerler iki yaka arasındaki ulaşımı engellemek için bu ve Neckar nehrinin üzerinde bulunan tüm köprüleri yıkmışlar.




Savaş sonunda halk kendi çabaları ile köprüyü tekrardan yapıp açmış. 200 metrelik köprüyü ilk yapan  kişinin adı olan Kral Theodor ismini almış.

Eyvah birilerinin uyku vakti gelmiş :) Armi'yi bu pozisyonda görürseniz ilk fırsatta uyutun benden söylemesi. Sonrası facia.


Hava serinliyor ve biz yorgunuz, ayrıca karnım da acıkmış durumda. Kaleye karşı Almanca fırın anlamına gelen Backhaus adlı bir cafeye oturuyoruz, herkes kapının önündeki masalarda içkisini yudumlayıp manzaranın keyfini çıkarırken biz içeride sıcak bir yer bulmak amacı ile en dibe yerleşiyoruz, e malum bebekle seyahatin böyle kötü yanları var.


Armi paşanın da içebileceği sadece patates çorbası var, zaten menüde bunun haricinde, (domuzdan başka) bir şey de bulamıyoruz yiyecek.


Dinlenip, karnımızı bir nebze olsun doyurabildikten sonra, tam çıkışta uzun ve karanlık bir bölüm dikkatimiz çekiyor, tabi hemen sevgili ile yorumlar yapmaya başlıyoruz, ne kadar Cüneyt Arkın filmi izlediysek artık.


Yok buradan insanları demir kazıklar üzerine mi atıyorlardı, yok efendim, yakıyorlar mıydı, zindan mıydı, diye kendimizi kaptırmışken sevgiliye yalvar yakar sordurtuyorum (ki erkekler bilirsiniz ki bir şey soracağına ölmeyi tercih eder) meğerse sadece fırının bacasıymış artık kullanılmadığı için böyle sergiliyorlarmış.

Pehh be çok sıradan, insan bi heyecan katar işin içine, bacaymış yani sadece. E adı fırın olan mekandan ne bekliyorduk ki biz de :)

Kalenin içinden geçip verandasında yine bir sürü harika resim çekiliyoruz. 













Dışarı çıkınca kalenin meydanı önümüzde, genelde turist grupları burada buluşuyor bir hayli de kalabalık oluyor. 




Fakat bir anda her yanımız siyah Mercedes ve Range Rover'lar ile dolmaya başlıyor, bir-iki- beş -on derken sayamıyoruz. Noluyoruz abi bak biz senaryo yazarız, heyecan peşindeyiz.






Fotoğraf çekmeye çabalıyoruz, tabii korkuyoruz da şimdi birileri kafamıza silah dayar elimizden makinalarımızı alır diye, hapishane, işkence, ooo hayal gücü sınırsız ben de :)

Merak içinde bakıyoruz, BM toplantısı mı var nedir bu. sonradan öğreniyoruz ki Solheim Golf turnuvası ile ile ilgili bir etkinlikmiş. Ne zenginmişsiniz siz de valla bravo.



Tepeden bakınca gerçekten bayılıyoruz Heidelberg'e, boşuna Almanya'nın en romantik kenti denmiyormuş. Her yıl 3 milyona yakın turist de boşuna gelmiyormuş.


Kalbim Heidelberg'de kaldı (Ich hab mein herz in Heidelberg verloren) şarkısına ve 2 filme de ilham kaynağı olmuştur.

Bol bol gezdikten sonra Armi'yi daha fazla üşütüp hasta etmeden yine füniküler ile dönüyoruz, bu defa akıllıyız, ön kısımda oturabiliyoruz en azından :)


Dilerseniz bu yürüyüş yolunu kullanarak da kaleye ücretsiz çıkabilirsiniz.




Bu arada Filozoflar Yolu da gezilmesi gereken yerler arasında, bunun için 10 dakikalık dik bir yokuşu çıkmayı göze almak gerekiyor ve bu da şu anda bizim için mümkün gözükmüyor. Siz imkan varsa çıkın çünkü tepenin muhteşem olduğunu duydum. Keşke buraya çıkmak için de füniküler imkanı olsaydı diye düşünmeden edemiyorum.


Kornmarktplatz da Cafe Gundel'e zamanınız varsa mutlaka uğrayın ve enfes tatlılarını afiyetle götürün, arkasından da bana dua edin :)



Bu defa da yürüyerek Alte Brücke köprüsünün yanına gidiyoruz, fakat hem ayağımın ters hareketinden hem de Armi paşayı taşımaktan bileğim inanılmaz ağrımaya başlıyor, nehir kenarında mola verme vakti geldi demektir bu. İlişiyorum bir otobüs durağına.







Bu da Armi'yi sürekli sevgilim taşıyor diye düşünenlere gelsin, bakınız taşımaktan bileğimi incittim, siz sosyal medyadaki resimlere aldanmayın efenim.

Pimpirikli sevgili, dakikada bir iyi misin, oturalım, gezmeyelim otele gidelim demesin diye dişimi sıkıyorum sıkmasına da acı fena :)


Zaten böyle şeyler olmasa bizim totoya oturak yasak, ya bi dinlen de bünyen rahat etsin, yoook oturacağıma bir iki mekan daha görürüm psikolojisi bırakmıyor peşimi.


Bakıyorum hava kararmaya başlıyor, seke seke ilerlemeye başlıyorum, hedefim Köprünün muhteşem kapısında poz vermek ve üzerinde yürümek.




Dilerseniz güneş enerjisi ile çalışan teknelerle nehir turu da yapılabiliyormuş, yaklaşık 1 saat ayırmanız gerek bu durumda bu da aklınızın bir köşesinde bulunsun.


Kapısının hemen yanında gördüğünüz bu maymun heykeli var (Brückenaffe) ve içine girip poz vermek olmazsa olmazlardan. Eee Türklerle, çekik gözlülere ille fotoğraflayacak bir şeyler lazım.








Ben de girip çekiliyorum gayet de memnunum halimden heybetli gözüküyorum, bu maymunumsu yaratığın arkasına geçip manzarayı görünce aynı duyguları hissettiğimi söyleyemeyeceğim açıkçası, ne o pislemiş mi Allasen.




Köprüde boş buldukları her yere Frankfurt'ta olduğu gibi kilitler asmışlar, santimetreye kaç tane düşüyor bunlardan.




Kalenin manzarası köprünün üstünden muhteşem, ille de gidip fotoğraf çekmeli sayın gezginler, bu arada o kadar renkli görüntüler var ki sadece oturup izlesen bile çok zevk alırsın kesin. 





Bu arada köprünün üzerinde Karl Theodar ve Roma tanrıçasına adanmış 2 adet heykel var. Benim için ise heykeli yapılması gereken en güzel görüntü karşınızda;



Karnımızın gurultuları köprüyü sarsacak cinsten, Armi'nin uyku vakti de yaklaşıyor o yüzden çok mızmız. Önümüze gelen ilk restorana oturuyoruz, Spaetzle (fırında güveç içinde, bol yumurtalı makarna, soğan, peynir karşımı, bizdeki fırın makarna tipinde), ve tavuk Şinitzel sipariş ediyoruz.




Fakat o anda Armi tüm hünerlerini gösteriyor, bas bas bağırıyor, uyumak istiyor, ana yüreği dayanır mı, bırakıyorum mis kokulu yemekleri, kanguru ile dolanıp duruyorum sokaklarda, Sevgili ile bakışıp duruyoruz, sevgili sap gibi restoranda kalıyor ben de sokakta bir sağa bir sola gezip duruyorum, karikatür gibiyiz..



Uyudu ben de oturayım yerime diye içeri giriyorum, çok kibar sahipleri hemen gidip benim yemeği ısıtıp öyle getiriyor valla bravo. Mutlu son mu peki, ne yazık ki hayır, Arman içerideki seslerden rahatsız olup uyandı, ben yine şansıma küserek sokaklara attım kendimi, çilekeş Özlem.

En sonunda benim yemek paket oluyor ama yorgunluktan canım istemiyor artık. Bu gecelik de böyle olsun napalım.

Açım ve bileğim ağrıyor, uykusundan uyandırmayı göze alarak Armi'yi babasına transfer ediyorum, sabahtan beri yürüdüğümüz tüm yolu geri gidiyoruz ve Bismarck meydanından tramvaya binerek otelimize ulaşıyoruz, evet hala soğuk oda.

Arman'ın şaftı kaymış sanırım, üstünü değiştirip yatağa yatırınca bile uyanmıyor, iyi geceler meleğim. Yarın için bolca güç topla olur mu.


Biz de uyumakla sızmak arası bir yerlerdeyiz, yarın Heidelberg'i son kez gezip, Frankfurt'a doğru yola koyulacağız, bu arada orada fuar olmasından mütevellit okkalı bir para vererek İbis'te kalacağız, çok merkezi fakat İbis işte sonuçta.

Frankfurt'ta görüşmek dileğiyle,



Seyahatle kalın

Sevgiler...


İlginizi çekebilecek diğer yazılar;
  1. MALDİVLER BALAYI / 1.Bölüm
  2. MALDİVLER BALAYI / 2.Bölüm
  3. MALDİVLER BALAYI / 3.BÖLÜM
  4. MALDİVLER DE YÜZMEK...
  5. MANTA BALIĞI (MALDİVLER)
  6. MASAJ / JAKUZİ (Maldivler)
  7. MERCANLARDA ŞNORKELLING
  8. Müthiş Bir Evlilik Yıldönümü !
  9. MİDİLLİ GEZİSİ - 1.BÖLÜM
  10. MİDİLLİ GEZİSİ - 2.BÖLÜM
  11. MİDİLLİ GEZİSİ - 3.BÖLÜM
  12. MİDİLLİ GEZİSİ - 4.BÖLÜM
  13. MİDİLLİ'DE YAZ - 1.Bölüm
  14. MİDİLLİ'DE YAZ - 2.Bölüm - Yeni !!
  15. MİDİLLİ'DE YAZ - 3.Bölüm - Yeni !!
  16. MİDİLLİ'DE YAZ - 4.Bölüm - Yeni !!
  17. MİNİATÜRK / İSTANBUL
  18. NAZAR KÖY 'E YOLCULUK
  19. OYUN VE OYUNCAK MÜZESİ
  20. PALAMUT BÜKÜ / DATÇA
  21. PRAG GEZİSİ (Metin Yılmaz)
  22. PRAG GEZİSİ II (KARLOVY VARY)
  23. Palamutbükü-Datça / 2014
  24. Pamuklar içinde PAMUKKALE
  25. ROMA'yı Keşfetmeye Hazır Mısın?
  26. SAKLIKENT KANYONU
  27. SALVADOR DALİ SERGİSİ
  28. SEVGİLİM VE DEV BALIKLAR
  29. SIĞACIK/SEFERİHİSAR (cittaslow)
  30. Sevgilimin Doğum Günü / 2014
  31. Suların yuttuğu; HALFETİ
  32. Sutüven Şelalesi / Hasanboğuldu
  33. TANDIR ZEVKİ (GİZLİ BAHÇE)
  34. TESTİ GARDEN RESTORAN
  35. Taşlaşmış Şehrin laneti; POMPEI
  36. Teos Park-Sığacık/Seferihisar
  37. Türkiye'nin ilk otomobili;Devrim
  38. TİRE - KAPLAN
  39. Urla'yı 7 geçe; ÖZBEK KÖYÜ
  40. WAFFLE - TURUNÇ
  41. YEMYEŞİL MALDİVLER...
  42. Yalıkavak-Türkbükü-Yel Değirmeni
  43. Yunanistan Vizesi Hakkında Herşey
  44. YÖRÜK MÜZESİ / FETHİYE
  45. ZEUGMA (BELKIS) KÖYÜ
  46. ÇAMLIK LOKOMOTİF MÜZESİ
  47. ÇANDARLI / DİKİLİ-İZMİR
  48. ÇEŞME DE 2 BLOGGER...
  49. Çanakkale'nin meşhur; Peynir Helvası
  50. ÖZGÜRLÜK ANITI VE OSMANLI
  51. ÖZLEM'İN DOĞUM GÜNÜ / 2014
  52. Özel Araç ile Yurtdışına Çıkış
  53. İSKENDERİN MABEDİ; Mavi Dükkan
  54. İTALYA GEZİSİ - SİENA / Palio Yarışları
  55. İTALYA GEZİSİ / CENOVA
  56. İTALYA GEZİSİ / FLORANSA
  57. İTALYA GEZİSİ / MİLANO
  58. İTALYA GEZİSİ / PİSA KULESİ
  59. İTALYA GEZİSİ / San Gimignano - Orvieto
  60. İTALYA GEZİSİ / VENEDİK
  61. İZMİR E GELDİM DEMEK İÇİN...
  62. İZMİR ENTERNASYONAL FUARI
  63. İtalya İçin Ayrıntılı Gezi Rehberi
  64. İtalya'nın serseri çocuğu; Napoli
  65. İzmir'in Meşhur Köyü; KOZBEYLİ
  66. İÇMELER / MARMARİS
  67. ŞIK RESTORANLAR
  68. ŞİRİNCE






0 yorum:

Pekiii sen bu konu ile ilgili ne düşünüyorsun? Yorumunu yaz ben Özlem e iletirim... :))

INSTAGRAM @yollardahayatvar