Doğuda 2.gün;
Bir önceki gün neler yaşadık,nereleri gezdik, yazı için tıklayın!
Gece uzun uzun sohbet ettikten sonra sızmakla dalmak arasında birşeyler yaşayıp, sabah da erkenden kalkıyoruz.
Eeee biz İzmirliyiz karnımız acıktı mı şööyle domat, peynir, zeytinli kahvaltı ararız, peki Batman da bunu bulmak mümkün mü , elbette ki Hayırrrr.
Eeee biz İzmirliyiz karnımız acıktı mı şööyle domat, peynir, zeytinli kahvaltı ararız, peki Batman da bunu bulmak mümkün mü , elbette ki Hayırrrr.
Burada kahvaltı dedin mi “Büryan” akla geliyor, aslında her türlü et ürünü, ciğer, kavurma da makbul. Nuriş ben böyle kahvaltı edemem diye tutturunca etrafta aranıyor başka kahvaltılıklar, ama bulunan da bir iki poğaçayı geçmiyor.
Büryanla kahvaltı mı olur dediğinizi duyar gibiyim , oradan ayrıldıktan birkaç gün sonra "asıl büryansız kahvaltı mı olurmuş" derken buluyorsunuz kendinizi. Et deyince yağlı olabileceğini düşünmeyin çok yanılırsınız. Bu lezzet tam da yemede yanında yat cinsinden :)
Büryan hakkında biraz bilgi vermem gerekirse; kelime anlamı olarak "etin bir yanı" demek, aslında Siirt in meşhur bir tadıymış, ama civar bölgelerde de çok seviliyor. Yapımı çok zahmetli , işin kolayına kaçmadıkları için de bir yiyen tadını bir daha unutamıyor.
Büryan ın yapımı için kuzu ikiye bölünüyor. But ve kemikleri ayrılan etler, çengeller ile 2.5 metre derinliğinde bir kuyu içerisinde, askıda kalarak, yani direkt ateşe temas etmeden pişiriliyor. Pişirme işlemi sırasında kuyunun kapağı kapatılarak etrafı üstten hiç hava almayacak şekilde çamurla kaplanıyor. Pişirme sonunda geriye sadece etin ancak üçte birlik kısmı kalıyormuş. Masraftan kaçmak yok yaniiiiii
Lokum gibi yumuşacık ve süper lezzetli büryanlarımızı yedikten sonra, yola koyuluyoruz. Batmanın simgesi olan; petrol çıkaran atbaşlarını görmek üzere. Dibine kadar gidebiliyorsunuz, gördüğünde korkuyor insan bu azılı teroristler için tam da hedef noktası diye, tabii yol kenarındaki asker gözetleme noktalarını görünce bu fikrimiz tamamen değişecek, asıl hedef onlar, delik deşik dağların arasında, tam göz önünde, hiçbir sığınağı olmayan, derme çatma gözetleme kuleleri bunlar, komplo hazırlamaya gerek yok, adam zevk için bile ateş etse, o pisliği görebilmek imkansız. Bol bol resim çekiliyoruz, buralarda görmeye alışmadığımız görüntüler bunlar.
Makinanın ayarı bozuk olduğundan 2006 tarihli çıkmış :) |
At başlarından sonra Midyat a doğru yol alıyoruz şimdi de. Tamamen el işçiliği gümüş takı atölyeleri ile donatılmış bir yer burası. Tek tek geziyoruz gümüş dükkanlarını, nasıl güzeller, hepsini gözüm kapalı alıp çıkabilirim ama tabii iyi bir bütçede lazım bunun için, ufak bir kolye ucu alıp çıkıyorum. Hepimiz kendimizi şımartmak için irili ufaklı hediyeler alıyoruz.
Sürekli tur otobüsleri çalışıyor, yerli ve özellikle de yabancı turist çok, gözlemlediğim en önemli şey diğer yerlere göre daha fazla açık saçık insan var ve göze batmıyor. Ben şahsen Batman da gezerken rahatsız olup ufak da olsa bir bolero aldım omuzlarıma. Ama midyat gayet modern. Tüm o kalabalık gezip alışveriş yapıyor , boş dükkan yok gibi neredeyse.
Çok bakımlı, lüks ve
yaşanılabilir bir yer olarak aklımda yer ediyor Midyat.
Az gidip uz giderken
tepenin üzerinde ayran satan bir tezgah görüyoruz , o sıcakta bizi daha memnun
edecek birşey olamazdı sanırım. Zaten bu gezide sürekli yollarda durup durup
ayran içtik, etrafınızda satan birileri mutlaka oluyor.
Boş durur muyum hemen
atlıyorum arabanın üzerine ben de sallayacağım diye, sonra da kendi
çalkaladığım ayranı içeceğim , ondan mı bu kadar güzeldi acaba :):):)
Ayran sade değil de
kekik suyuyla denenmeli bence, amca kekik suyunu arabanın önünden çıkarıp bizim
ayranlara boca edince bu cümle çıktı ağzımdan. O nasıl güzel bir lezzet, doğal
kekiğin suyu eklenince içinizi ferahlatacak bir karışıma kavuşmuş oluyorsunuz
ki başta biraz temkinli yaklaşmıştım itiraf edeyim.
Tüm ağzımızı ayranla
beyaza buladıktan sonra , basıyoruz gaza, hatta o kadar çok basmışız ki yolu
kaçırıyoruz, bilmediğimiz ıssız bir yerdeyiz, ileri de silahlı korucular var,
Allah tan yanımızda Hamzalar var da gidip konuşuyorlar, ben tırsmış vaziyette
arabada beklerken. Yolu tarif edince geri dönüyoruz.
Mor Gabriel (Deyrulumur)
Süryani Manastırı önümüzde beliriyor, inanılmaz bir yer, o
kadar büyük ve bakımlı ki hayran oluyorsunuz.
Midyat’ın 23 km uzağında
yöredeki en eski manastır olması nedeniyle yıllardan süzülmüş tarihsel
özelliğini gözler önüne sermekte. Bu başyapıtın temelleri ilk olarak MS. 397
yılında Roma İmparatorları Arkadius ve Anurius döneminde, Mor Samuel ve Mor
Şemun adında iki Süryani rahip tarafından atılmış.
Manastırın içinde 6.
yüzyıldan kalma Azizler evi, Meryem Ana Kilisesi ve Teodora Kubbesi yapıları
mevcut. Bu yapıların en gözdesi Teodora Kubbesi. Bu kubbe, İmparator
Arkadius’un kızı Teodora’nın maddi yardımıyla ovalımsı bir şekilde pişmiş
tuğlalardan yapılmış sekiz kavisli ilginç bir kubbe.
Manastırın sadece kibrit
çöplerinden yapılma küçük bir örneğini inceliyoruz, aramızda bi ateşlesek ne
olur geyiği dönüyor .
O kadar yüksek , aynı
renk ve uzun surları var ki kendinizi film platosunda gibi hissediyorsunuz.
Ayrıca bu kadar dağ başında olsanız da inanılmaz derecede temiz wc leri
bulunuyor, takdir ettim
Manastırın alt bölümünde
önem derecelerine göre din adamlarının mezarları bulunmakta, kimileri odalarda,
kimileri de duvarların dibinde sıra ile . Sadece bir tanesi var ki hepimizi
hayrete düşürüyor Mor Yakup rahibin mezarı. Bu rahip o kadar önemli ve alçakgönüllü
biriymiş ki, ölünce “beni ayaklar altına gömün, benim insanlardan ne fazlalığım
var ki yükseğe gömüleceğim” diye vasiyet etmiş, bu yüzden mezarı girdiğiniz
odada gezdiğiniz zeminde, hiç gösterişsiz gömülü bulunuyor.
Kubbeyi oluşturan tavanı
en ilgi çeken yeri, hiçbir harç , yapıştırıcı veya beton kullanılmadan tüm
taşlar birbirine geçmeli olarak tamamlanmış, insan hayran oluyor o zamanın
ilkelliğine rağmen böyle bir sanat eserini nasıl ortaya çıkarabildiniz diye
Oturup içinde bulunduğum
havanın tadını çıkarıyorum, ortalıkta tek tip kıyafetli insanlar ağır ağır
dolanıyor, hiç kadın görmüyorum bu arada.
Oradaki insanların
bağlılıkları, sakinlikleri, düzeni farklı bir dünyada olduğunuzu hissettiriyor
size. Ayrılıyoruz, aklımızın bir köşesinde; hep saygı ile hatırlanacak
bir yer olarak.
Etrafında hiçbir
yerleşimin bulunmadığı yollardan Hasankeyf e doğru ilerliyoruz. Batmandan 39 Km
uzaklıkta bulunuyor. Buralarda ilerlemek insanı geriyor, sağınız ve solunuzdaki
tüm dağlar ufacık mağaralarla dolu, içiniz ürperiyor.
Güvercinlik denilen
yerde eskiden bir sürü güvercin yaşarmış. Bana korkutucu geldi biraz,
teroristler saklansa kimseler bulamaz onları bu sınırsız mağaralarda.
Hasankeyf i yolun karşı
tarafına tepeye taşımayı düşünüyorlar, çünkü üzerinden Ilısu barajının suları
geçecek ve bu muhteşem güzelliği tarihten silecek. Başka yer yokmuş gibi.
Taşısan da ancak insanları taşırsın, bu tarihi nasıl götüreceksin. Fikirler var
elbet, köpüklere sarıp hiç zarar vermeden bütün olarak belli başlı yapıları
taşımak gibi. Umarımmm…
Gördüğüm an
büyüleniyorum, Kürtçe ismiyle “Heskif”, gerçek adını ise yekpare taştan
yapılmış kalesinden dolayı “Hısn Keyfa”(güzel kaya) olarak almış.
Fotoğraf çekilmek için
durduğumuzda etrafımızı 10-15 irili ufaklı çocuk sarıyor, oranın tarihini
anlatmak için, bir kısmı kürtçe anlatıyor, diğerleri de o kadar hızlı ve hep
bir ağızdan konuşuyor ki, anlamak mümkün değil. Para vermeyin diye
tembihlendiğimiz halde birkaçına para verip paylaşın diyoruz, ooo bir kavga bir
gümbürtü, parayı alıp kaçanlar, birbirini tekmeleyenler, söz dinleyip vermesek
daha iyiymiş diye düşünmeden edemiyoruz.
Anlayabildiğim kadarı ile
size çocukların tek bir ağızdan anlattıkları rivayeti yazayım; Sultan Süleyman Camii'nin minaresi inşa edilirken usta
ile kalfa arasında bir anlaşmazlık çıkar. Kalfa işinden ayrılır ve El-Rızk
Camii'nin minaresini yapmaya başlar. Kalfa işi bitirince minarenin açılışı için
ustasını çağırır. Usta merdivenleri kontrol için yukarı çıkar, ama şerefede
kalfasıyla karşılaşınca şaşırır. Kalfaya oraya nasıl çıktığını sorar. Kalfa da
minare içinde ikinci bir merdivenin daha olduğunu söyler. Bunun üzerine
kalfasının kendisini geçmesini gururuna yetiremeyen usta minareden atlayarak
intihar eder!
Taş köprüden geçip
olağanüstü masallar ülkesine giriş yapıyoruz bir anda. Köprünün üzerinde
herhangi bir kitabe olmadığından kaç yılında yapıldığına dair kesin bir bilgi
bulunmamaktaymış
Dicle nehrinin kenarında
kurulmuş, dağın içi komple ufacık mağaralarla dolu, ki önceleri hepsinde
insanlar yaşıyormuş (hala bir yaşlı teyze yaşıyor ufak bir mağarada), bu
şekilde mağara hayatıyla şehirleşme başlamış zaten.
Nehrin üzerinde dinlenmek ve yemek için restoranlar var. Nasıl rahat anlatamam, ister oturma yerlerinin altındaki masada bacaklarınız suyun içinde iken yemeğinizi yiyebilir, isterseniz üst taraftaki rahat yastıklara uzanabilirsiniz, keyfinizle, kahyasına kalmış artık..
Yemeğimizi yerken
köprünün üstüne çıkan çocukları görüyoruz, düşmesinler diye içimiz giderken bir
bakıyoruz ki o kadar yüksekten Dicle ye atlıyorlar, kimse demesin buralarda
deniz yok yüzme bilmezler diye, yüzmeyi aşmış, akrobasi
tadında hareketler yapıyor buranın insanı taa çocukluktan itibaren.
Dolaşmaya başlıyoruz,
dağın altında kurulmuş salaş çay bahçesivari yerde oturup dinlendikten sonra,
dağın üzerine çıkıp kalesini, mezarlıklarını bir güzel inceleyip,
fotoğraflıyoruz.
Gördüklerimiz arasında
neler yok ki,
BÜYÜK SARAY: Yapının en
önemli özelliği binadan bağımsız, giriş kapısının karşısında dikdörtgen bir
kulenin yükseliyor olması. Burası kesme taşlardan örülmüş, köprü ayaklarında
olduğu gibi taşlar madeni kramplarla kenetlenmiştir. Bu özelliğinden dolayı
dibindeki kasıtlı tahribata rağmen kule yıkılmamıştır. Burası ya bir gözetleme
kulesi; ya da yıldırımlık görevi yapıyordu.
KALE'DEKİ ULU CAMİ:Tarihi kayıtlardan
buranın bir kilise kalıntısı üzerinde inşa edildiği anlaşılıyor. Giriş
kapısının üzerindeki kitabeden, birbirine eklenerek yapılan mekanlardan eserin
birçok değişikliğe uğradığı anlaşılıyor.
EL-RIZK CAMİİ:Bu gün camiden sağlam
olarak sadece minare kalmıştır. Minarenin üzerindeki süsler, Arapça Kufi
yazılar hayranlık verecek kadar güzel. Minarenin en önemli özelliği de çift
merdivenli olması.
SULTAN SÜLEYMAN CAMİİ: Eyyubi Kürtleri'nin Sultanı Süleyman tarafından yapılmış
olup, mezarı ibadet mekanına girerken doğuda yer alan odacıkta bulunmakta.
Eser büsbütün harap ve sahipsiz olduğu için, bugün mezar olduğu nerede ise
belli bile değil.
KÜÇÜK SARAY: Çok
yüksek bir kayanın üstüne inşa edilen saray, anlatılır ki Sultan Melik el-Adil
tarafından yeni evlendiği karısı için yaptırılmış. Bütün ovaya hakim olan
gerçekten muhteşem bir yapı. Tavanda, sıvanın arasında kamışlara, meşe palamutlarına
rastlanması bir tür ısı yalıtımının yapıldığını ortaya koymakta.
Diğer eserler;
Kızlar Cami, İmam Abdullah Zaviyesi, Kale Kapısı, Zeynel Bey
Türbesi, Hasankeyf Kalesi, Küçük Kale (Halk arasında küçük kale
olarak bilinen ve kalenin doğusunda yer alan kaya kütlesi bir zamanlar darphane
olarak kullanılıyormuş. Artukulular ve Eyyubiler döneminde burada paralar
basılmış. Bu paraların örnekleri Mardin müzesinde mevcut)
Gün batımını Hasankeyf
den izlemek bir başka güzeldir derlerdi de bu kadar güzel olabileceğini tahmin
bile edemezdim. Dicle nehrinden kızıl güneşin son anlarına şahit olmak
kesinlikle yaşanması gereken bir tecrübe bence.
Tarih kokan bu yerde kaç
medeniyet yaşamış, kaç farklı halkın ayak izleri bulunmakta, insanın aklı
karışıyor böyle düşününce.
Apar topar Batman a
dönmeye hazırlanıyoruz çünkü akşama düğün var, süslenmek lazım… Geri dönüş
yolunda aslında buralarda birçok farklı dinin huzur içinde yaşadığını
görüyoruz. Tam karşımızda bir kilise ve cami gözümüze ilişiyor, o kadar
yakınlar ki birbirine, aslında birbirimizden hiç bir farkımız olmadığını idrak
ediyoruz, bizi sınıflayarak ayırmaya çalışanlara inat yüzyıllardır, huzur ve
barış içinde yaşamışız aslında.
Düğüne gelirsek şunu
anlıyorum ki, buralarda sadece halay bilsen bayağı iş görür. Başka hiçbir oyun
havası yok, düğüne başlıyoruz masamız ayrılmış, düğünün sonuna kadar bir sürü
insanla tanışıyoruz, İzmirden gelen misafirler olarak.
Hem yorgunluktan hem de
buranın halayına ayak uyduramamaktan ötürü pek de sahnelerde yer almıyoruz.
Herkes zıplaya zıplaya halayda. Kadınların memeleri İbonun şarkısındaki gibi
baş kaldırmış... (İbo nun bu şarkıyı bir düğünde yazdığına eminim)
Bir ara Veysel,
halaydakilerin resmini çekiyor, hemen gidip uyarıyoruz “olum memeleri çekiyorsun
sanacaklar da vuracaklar seni ayaklarından diye” :) Hak veriyor, ama
çekilmeyecek gibi de değil vallahi hop hoppp…
1 saat, 2 saat derken
hep aynı ton, hep aynı hareketler, bizi sarhoş etmeye yetiyor, düğünden
kaçırıyorlar hemen, şehir merkezine. İşte süper şık ve bakımlı bir Mado var
karşımda. İnanılır gibi değil. Kocaman bir bahçesi ve terası var, bayıldım.
Tatlılarımızla mutlu
mesut takıldıktan sonra düğüne biraz daha uğruyoruz, sonra da resmen uçarak eve
gidip yataklarımıza süzülüyoruz. Bu anın keyfi unutulamaz. Gözler
kapanıveriyor…
Bugün bol bol gezip,
kültür şoku yaşadık, hiç bilmediğimiz, hatta korktuğumuz ama bizim vatanımız
olan topraklarda. Hayal bile edemeyeceğim kadar keyifli bir gündü.
Yarın artık geri dönüş
yolunda olacağız, ama daha öncesinde; Veysel Karani Türbesi, Malabadi Köprüsü,
Diyarbakır da son gezi ve nargile, meşhur kaburga dolması, Diyarbakır kadayıfı,
çarşısı ve havaalanı var.
Gezimin 3.gününde tekrar
görüşmek dileğiyle, şimdilik kaçtım…
- İlginizi çekebilecek diğer gezi yazıları;
- AKHİSAR DAN EMİRALEM E...
- AKÇAY GEZİSİ
- ALİAĞA - İZMİR
- AYVALIK-CUNDA (CENNET)
- AĞVA GEZİSİ...
- BALKONUMUZDAN BALIKLAR
- BAŞTAN SONA MALDİVLER
- BEYRUT GEZİSİ
- BODRUM BODRUM...
- BOZCAADA GEZİSİ - Yeni !!
- BÜYÜKADA ; BEN GELDİM...
- BİRGİ / ÖDEMİŞ - Yeni !!
- CAVİT İN YERİ / GÜZELBAHÇE
- CUMARTESİ KEYFİ / AMRİTA SPA
- DALYAN VE İZTUZU PLAJI
- DENİZ UÇAĞINDAN MALDİVLER
- DEĞİRMEN (TİRE)
- DOĞU YA DOĞRU - 1
- DOĞU YA DOĞRU - 3 - Yeni !!
- DOĞU YA DOĞRU-2
- EFES ANTİK KENTİ (SELÇUK)
- ESKİ FOÇA - İZMİR
- ESKİ FOÇA ŞENLİĞİ
- Emirgan Korusu, Laleler ve Köşkler.. - Yeni !!
- Evlilik Teklifi, Kız Kulesi, Ağva
- FASULİ - İSTANBUL
- GEYİKLİ BOZCAADA ÇANAKKALE
- GÜNÜBİRLİK GEZİLECEK YERLER
- HAVA ALANINDAN...
- Hediyelik Eşya Günleri
- ITHAA / SU ALTI RESTORAN
- KAHVALTI MEKANLARI - PART 2
- KAHVALTI MEKANLARI PART - 1
- KISA BİR YUNUS ŞOV...
- KIZ KULESİ HAKKINDA...
- MALDİVLER / MANTA BALIĞI
- MALDİVLER BALAYI / 1.Bölüm
- MALDİVLER BALAYI / 2.Bölüm
- MALDİVLER BALAYI / 3.BÖLÜM
- MALDİVLER DE YÜZMEK...
- MANTA BALIĞI (MALDİVLER)
- MASAJ / JAKUZİ (Maldivler)
- MERCANLARDA ŞNORKELLING
- MİNİATÜRK / İSTANBUL
- NAZAR KÖY 'E YOLCULUK
- OYUN VE OYUNCAK MÜZESİ
- PRAG GEZİSİ (Metin Yılmaz)
- PRAG GEZİSİ II (KARLOVY VARY)
- SALVADOR DALİ SERGİSİ
- SEVGİLİM VE DEV BALIKLAR
- SIĞACIK/SEFERİHİSAR (cittaslow)
- TANDIR ZEVKİ (GİZLİ BAHÇE)
- TESTİ GARDEN RESTORAN
- TİRE - KAPLAN
- WAFFLE - TURUNÇ
- YEMYEŞİL MALDİVLER...
- ÇANDARLI / DİKİLİ-İZMİR
- ÖZGÜRLÜK ANITI VE OSMANLI
- İZMİR İÇİN LEZZET DURAKLARI
- ŞIK RESTORANLAR
- ŞİRİNCE
tekrar bekleriz....batmandan sevgiler
YanıtlaSilInsallah geliriz o guzel yerlere tekrar
Sil